Hayalin Çerçevesi-1: Tasarımın Kural Tanımayan Doğası

Tasarım, yalnızca estetik bir düzen değil; gerçeklik ile hayalin arasındaki ince çizgide kurulan köprü bana göre.
Bir çerçevenin sınırlarını aşan dağlar, tasarımın yalnızca görsel bir kapalı kutu değil, sonsuz bir anlatım biçimi
olduğunu gösteriyor değil mi! Kelebekler ise hafiflik, özgürlük ve dönüşümün simgesi… Tıpkı iyi bir tasarımın,
bakış açımızı dönüştürmesi gibi.
Tasarım, bazen oturulmamış bir taht kadar davetkâr, bazen de bilinmeyen bir gezegen kadar uzak görünebilir.
Ama her zaman bir şey anlatır: sınırları kaldırmayı, yeni formlar denemeyi ve hayalin gerçeklikteki yansımasını…
Çünkü iyi bir tasarım, yalnızca göze hitap etmez; hayal gücünü kanatlandırır.
Hayalin Çerçevesi-2: Gülüşüm Yerçekiminden Daha Güçlüdür.

Masumiyet dediğin şey, aslında hiçbir zaman kaybolmuyor; sadece saklambaç oynuyor. Benimki hâlâ içimde bir
yerlerde, yeni bilgiler öğrendiğimde duyduğum heyecanla saklanıyor. Bazen bir kahkahanın ucunda, bazen de
hiç büyümek istemeyen o inatçı bakışta yakalıyorum kendimi.
Evet, masumiyet biraz da saçma sorular sormak demek: “Bulutların tadı pamuk helvaya benzer mi?” ya da
“Kelebekler aslında gizli ajan olabilir mi?” diye düşünüyorum mesela. Sonra kendi soruma gülüp, “işte tam da bu
yüzden hâlâ ben iyiyim” diyorum. Çünkü bilinmeyen şeyleri merak etmek, çoğu kişinin saçma diyebileceği
şeylerin içinde yaratıcı gücüm gizli.
Benim için masumiyet, dünyanın bütün ağırlığını bir kenara bırakıp kolları iki yana açarak döne döne dans
etmek gibi. Başım döner, ayağım kayar, yere kapaklanırım… ama olsun, gülüşüm yerçekiminden daha güçlüdür.
Biliyorum ki ben güldükçe yaratıcı gücüm de bir yerlerde bana “aferin kızım!” diyor…
Hayalin Çerçevesi-3: Bilgeliğin sandığınız gibi ağırbaşlı bir iş olduğunu mu zannediyorsunuz?

Bilgeliğin sandığınız gibi ağırbaşlı bir iş olduğunu mu zannediyorsunuz? Hiç de öyle değil. Ben öğrendim ki,
bilgelik çoğu zaman en absürt anlarda çıkar karşına. Bir bakarsın, derin bir düşünceye dalmışsındır; sonra bir
kelebek konar omzuna ve o derin düşünce yerini “acaba kanatlarım olsaydı hangi renkte olurdu?” sorusuna
bırakır. İşte tam da orada başlar işin eğlenceli tarafı. Zihnimin içine sahneler doluşur.
Ben, bilge olmayı biraz da şakacı olmaktan ibaret görüyorum. Şakacı olmak zeka işidir sonuçta. Bu amaçta
zorluyorum kendimi yaratıcılığı zorlamayı severim sonuçta. Mesela zihnimde bazen bir bakmışım dünyanın
bütün sırlarını çözmeye merak salmış bir bilim insanı oluvermişim. Ama itiraf edeyim, bu cümleyi söylerken bile
kendimi önemli hissetmek hoşuma gidiyor.
Yani demek istediğim bence bilgelik dediğin, ciddi yüz ifadelerinin arkasına saklanmak değil; koca evrenin
içinde minicik bir varlık olduğunu kabul edip buna kahkaha atabilmektir. Ben işte tam da bunu yapıyorum:
Dünyayı ciddiye alıyorum, kendimi de yaptığım işi de. Eee kahkahımı da eksik etmiyorum tabi. 🙂